Tam kurtulduğumu düşündüğüm anda...
Parmaklarından toprağa uzanan gölgeler beyaz. Karşı kaldırıma düşen kristal kahkahaları işitiyor omuzlarının üzerinden. Soğuk, havada donup kalan soluklara dönüşüp örtüyor kulaklarını. Bir lodos sabahı, beyaz köpükleri üzerinde denizin, kabuk topluyor. Dört heceli bir sessizlik örtüyor ayaklarına dalgalar. Bulutlar gökyüzünde salınan beyaz köpükler değil. O maviler gökyüzü değil, ne de o beyazlar bulut. Sigarayı tutan parmakları hissiz, sigarayı bıraktığı dudakları tatsız. Huzursuz bir çaresizlik kaplıyor paltonun içine uzanan eli. Aradığı sıcaklık orada değil. Mavisine uzandığı lodos sabahını paltonun iç cebinde bırakıyor. Parmakları, gölgeler boyunca uzanıp alıyor yerde bir gelincik gibi kara saklanan kadehi. Dudakları soğuk, ne parmaklarını hissediyor ne dudağından uzaklaşan sigarayı… belki kadehin değdiğini biraz. Işıklar içinde yere uzanıyor elindeki gölgeler. Kristal, kaşmir, beyaz.
Kahkahalara dönüşüyor kristaller. Hızlı bir gölge şimdi köprünün üzerinde, beyaz köpükleri on sekiz yıllık bir tasma, parçalanmış dişleri ayaklarına saplanıyor. Kulaklarını örten soluklar dağılırken,
“Hey!”
yeşil, sarı ve maviye dönüyor yüzünü şimdi köprünün üzerinde bir gölge.
“Nereye böyle?” dedi yeşil-mavi gölgeye, yanaklarında kestane rengi gölgeler dolaşan kırmızılı bir kadın.
“İşte havai fişekleri izlemeye…” cümlesini bitirmesine izin vermedi ama şimdi şehrin tüm ışıklarını kırmızı bir tentenin altına dizen bu köylü kızı:
“Hemen de kaçıyorsun. Böyle çıkılır mı dışarı kuzum?”
…beni tekrar içeri çekiyorlar.
Kommentare