Dedesi erkenciydi hep, babası bu sayede akşamcı olmuştu. Akşamcının ak düşünce usturaya vereceği sakallarına dedesinin atölyesinde sabahın ilk demir tozları konardı. Burnunu saran yuvarlak çerçeveli gözlüklerini öğleden önce temizlemez, alnını saran hasır şapkasına doğru kaldırıp ara sıra terini silerdi altından. Küçük kara demir tanelerinin biriktiği mavi şeritli mendiller akşam sıcak suya batırılacak, bir çift geniş yumuşak damarlı el tarafından sabunlanıp sobanın bacasına tutturulan tellere asılacaktı. Adamın ateşinden kadının ateşine, demircinin sabahından demircinin karısının harlanan alevine. Sınırlar açıldığında on altı yaşındaydı. Yolun yarısındaydı. Babasının savsakladığı dükkânda, dedesinden öğrendiği sanatla duble yollara dizilmiş tırlarda bekleyen hazıralkullanat oyuncaklarla baş edemezdi.
Batıdaki dağlardan ve güneydeki ovalardan işçiler, aşçılar ve otel açmayı düşünen evsizler geliyordu. Yol ortasında durmuş sınıra ilerleyen kalabalığı seyrediyordu. Uzaklaşan karmaşanın içinde kendini görür gibi oldu. Henüz erkendi oysa. On altı yaşında bir çocuk kendisinden uzaklaşan benliğini görmemeliydi. Başını çevirdi, şehre doğru. Yürümeye başladı.
Comments